Ruh Sağlığı

Bir Kız Kulesi Macerası

Sıradan bir hikâye değil bu; kendi hayat hikâyemde kayboluşumun hikâyesi… Anlatacak çok şey var aslında, ama anlatmam gerekenlerin bir çoğu halüsinasyon bir kısmı da simülasyon. Bilmenizi istediğim tek şey bu hikayenin bir başlangıcı olan her şey gibi zamanla değiştiği ve acizleşerek sonlandığı kadar gerçek oluşudur.

Çocuklarınızın pozitif düşünmesine nasıl yardım edebilirsiniz?

Sabah

Güne pozitif düşünerek başlamaları için yardımcı olun. Bu elbette, her sabah 7:00´de pırıl pırıl ve neşeli olmanız gerektiği anlamına gelmez, ama tersi de olmamalı. Örneğin, şunları deneyebilirsiniz:

• Biraz erken kalkmaya çaba gösterin. Böylelikle, herkesin o gün neler yapacağı konusunda sohbet etmeye zamanınız olur.

• Sızlanmaları ve şikayetleri engellemeye çalışın ve bunları dinlemeyi günün ileri saatlerine bırakın.

• Çocuklarınızın etkileyemeyeceği ya da kontrol edemeyeceği sorunlarının kafalarını sürekli meşgul etmesini engelleyin. (Sabah haberlerindeki açlık, savaş, trafik terörü ya da politik sorunları dinlemek istiyorsanız, bunu yalnız başınıza yapmaya çalışın.)

Yatma vakti

Günü pozitif bir biçimde bitirmelerine yardım edin. Anababaların çoğu bunu bebeklere ya da küçük çocuklara uygular, ama çocuklar büyüdükçe bu alışkanlıklarını terkeder. Aşağıdaki soruları kendinize sık sık sorarak, küçüklüklerinde onlara verdiğiniz pozitif düşünceleri sürdürmeye çalışın:

5. Aşama- Stresle başa çıkabilmenin yolları

Stresle başa çıkma ile ilgili kurslar, artık başarılı şirketlerin eğitim programlarının en önemli bölümünü oluşturuyor. Eminim bu gelişme, yöneticilerin birdenbire fedakâr insanlar olmalarından kaynaklanmıyor. Bu insanlar, sadece stresle başa çıkmayı öğrenmenin randımanı arttırdığını farkettiler. Anababalann da aynı dersi almasında yarar görüyorum. Üstelik onların yaşadığı stres, iş yaşamındaki stresten çok daha yoğundur. Anababalık görevi fiziksel, duygusal ve zihinsel olarak çok fedakârlık gerektirir. Üstelik kendinizi kötü hissettiğiniz durumlarla başa çıkabilmek için, yaptığınız fedakârlıkların ödülünü de çok geç alırsınız.

Stresle başedememenizin çocuklarınızın özgüven kazanmasında ne tür olumsuz etkileri olur? iki önemli etkisi olduğu kanısındayım: ilki çok stresli iken, yeterince sabırlı olamayıp davranmanız gerektiği gibi davranamamak. Örneğin, çok stresliysek:

- çocuğumuz ayakkabısını bağlamaya çalışırken, sabredemeyip biz bağlarız.
- çocuğumuzun oyuncaklarıyla yaptığı "şahane" kaleyi farketmeyip, sadece yerdeki dağınıklığı görürüz.

Hayata yeniden sarılmak

Bu kitapta, yazarken en sevimsiz bulduğum ve en keyifsiz yazdığım bölümün bu bölüm olduğuna inanmanızı isterim. Ne kadar uzman olursanız olun, konunuzda ne kadar profesyonel olursanız olun, konu ölüm ve çocuk olduğunda etkilenmemeniz elde değil. Ya da en azından benim için böyle. Bu bölümün sonuna geliyoruz. Bu satırları yazarken beni tek mutlu eden şey, sizlerin sorunlarına ve aklınızdaki soru işaretlerine biraz olsun ışık tutacağımı bilmek oldu.

Konuşmacı olarak katıldığım her seminerde, neden annesi ya da babası ölen çocukların durumu ile ilgili bir yayınım olmadığı sorusu ile çok sık karşılaştım. Sadece bu konuda, anne-babalara rehber olacak bir kitabın çok kısıtlı olabileceğini düşünüyordum. Anne-Baba Olma Sanatının çatısını hazırlarken aklımda hep bu konu vardı. Umarım amacına ulaşır.

Pes etmeyin

Yaşı küçük çocuk ya da çocuklarla bir babanın yaşamını sürdürmesi tabiî ki kolay değil. Öneriler ne kadar çok olursa olsun, uygulamak her zaman için zordur. Önerileri hemen uygulamaya geçirmek ve başarılı olmak mucize gibi bir şeydir. Kimi zaman duygularınız yapmanız gerekenlere engel olur, kimi zaman yaptıklarınız düşüncelerinize ters gelir ve çoğu zaman da ilk denemelerde başarısız olursunuz.

Bir daha denemekten çekinmeyin, bir daha uygulayın, bir daha yeniden başlayın. Asla umutsuzluğa düşmeyin, kendinizi beceriksiz olarak nitelemeyin. İçinde bulunduğunuz durumun kolay olmadığı gerçeğini hatırlayın ama pes etmemeye de kararlı olun.

Hayattan uzaklaşmayın ve sosyal olun

Erkekler kendilerini her ne kadar güçlü sanıyor olurlarsa olsunlar, bu anlamda ne kadar inat ederlerse etsinler, bilim insanları kadınların duygusal dünyalarının daha güçlü olduğunu söylüyor. Kadınlar zorluklara ve acılara karşı, erkeklere göre daha dayanıklılar. Kadınlar sorunlar karşısında, erkeklere oranla daha pratik ve hızlı çözümler üretebiliyorlar. Eşini kaybeden kadınlar günlük yaşama ve şartlara, eşini kaybeden erkeklere göre daha çabuk uyum sağlayabiliyorlar.

Duygusal travmayı aşmak için uzman yardımı alın

Ölüm, insanın kontrol edemediği hayattaki tek olaydır. Yaşamda hemen hemen her durumu kontrol edebilen insan, bir tek ölümün kontrolünü keşfedememiştir ve asla da keşfedemeyecektir. Günümüzde bilim insanları mikro enjeksiyonla aileleri çocuk sahibi yapmayı, hatta insan kopyalamayı bile başarmışken, insan ömrünü üç yüz yıla çıkarma çalışmalarını sürdürürken, ölüme çare bulamamışlardır. Bu nihai yani kaçınılmaz son er ya da geç hepimizi beklemektedir.

Kontrolümüzde olmayan ve ne zaman başımıza geleceğini bilmediğimiz ölüm hayatımızda aniden belirince, onunla ve onun getirdiği duygularla başa çıkmak da bir o kadar zor olmaktadır. Yakınlarını kaybeden insanların duygusal travmalarını aşmaları için gerek psikiyatrik gerekse psikolojik yardım almaları uzmanların önerileri arasındadır. Hele ölüm aniden olmuşsa ve kişi ya da kişileri şoka sokmuşsa bu yardımdan kaçınmamak gerekir.

Hayatta tek başına kalmak

Evlilik ister uzun yıllardan beri, isterse kısa zamandan beri devam ediyor olsun, eşi ölen kadınlar kendilerini hayatta tek başlarına kalmış gibi hissediyorlar. "O benim her şeyimdi. Onu kaybedince hayata karşı yapayalnız kaldım" diyen pek çok kadın var. Çocuğunu tek başına nasıl yetiştireceğini düşünen anne sayısı az değil.

Gönül ister ki, tüm çocuklar anne-babaları ile büyüsünler, aileler dağılmasın, insanlar sevdiklerinden ayrılmasın, ölüm denilen bilinmezlik hiç olmasın. Ama hayatın gerçekleri böyle değil. Aslında hayat her anıyla bizi ölümle sınırlıyor ancak bizler farkında değiliz.

Yeni yaşamınıza uyum için danışmanlık alın

Boşandıktan sonra mutlaka depresyona gireceksiniz diye bir kural yok. Ancak yeni hayatınıza uyum konusunda siz ve çocuğunuz ya da çocuklarınız zorlanabilirsiniz. Çocukların yaşları, kişilik yapıları, sizin ekonomik özgürlüğünüzün olup olmayışı, anne-baba evine dönmeniz ya da tek başınıza yaşayacağınız gibi faktörler sizin yeni yaşamınıza uyumunuzu etkileyeni faktörlerdir. Çocuğun babasıyla görüşme zamanları, çocukta davranış bozuklukları oluşup oluşmadığı ve kendinize, yaşamıniza ait pek çok konuyu sorup, rehberlik alabileceğiniz bir danışmanınızın olması, sizi oldukça rahatlatacaktır. Böylelikle sizi rahatsız eden konulara çözüm getirebileceğiniz gibi, bu kritik günleri bir uzman eşliğinde geçiriyor olmanın güvenliğini ve rahatlığını da yaşayacaksınız.

Depresyona girdiyseniz hemen yardım alın

Hayatta hiçbir zaman ve hiçbir olay için, "benim başıma gelmez" diye düşünmeyin. İnsanız ve hepimizin başına her şey gelebilir. Boşandıktan sonra depresyona giren pek çok insan var.Bu insanlardan biri de siz olabilirsiniz. Depresyon; kişinin içinde bulunduğu yaşam koşullarına uyumunda zorlanması anlamına geliyor. Siz de bu yeni hayatınıza uymada zorlanıyor olabilirsiniz. Önemli olan, depresyonda olduğunuzu kabullenmeniz ve çözüm yoluna gitmeniz.

Sabahlan yataktan çıkmak içinizden gelmiyorsa,
Bütün zamanınızı yatakta geçirmek istiyorsanız,
Uyku bozukluklarınız varsa, ya hiç uyuyamıyor, ya geceleri belirli aralıklarla uyanıyor ya da çok fazla uyuyorsanız,
Ortada hiçbir şey yokken içinizden ağlamak geliyor ve siz herkesin önünde gözyaşlarınızı tutamıyorsanız,
Olur olmaz yerlerde, olur olmaz olaylara öfkeleniyorsanız,
Ağlama krizleri geçiriyorsanız,
En sevdiğiniz kişileri bile görmek istemiyorsanız, hatta çocuğunuza bakmak bile size zor geliyorsa,
Yemek yapmak, evi toparlamak, temizlik yapmak size işkence gibi geliyorsa ve yapmak istemiyorsanız,

Kendinize acımak yerine, kendinizi geliştirin

Kendine acımanın, insan duyguları içinde en acı vereni olduğunu biliyor muydunuz? Kendin için üzülmek, kendini zavallı görmek, bir böcek kadar değeri olmadığını düşünmek, bir insanın kendine yaptığı en büyük haksızlık. Hele ki, bu kişi anne ise, kendisine daha da büyük bir haksızlık etmiş olur. Çünkü anneler çocuklarını yetiştirerek dünyanın en muhteşem ve en zorlu işini yapıyorlardır.

Ruh sağlığımızın iyi olması için, kendimizi dinamik ve iyi hissetmemiz için, bizi olumsuz etkileyen duygularımızdan kurtulmamız gerekir. Bu olumsuz duygulardan kurtulmanın yolu ise, olumlu uğraşlar edinmektir. Sonuçta olumsuz duygularımız biz hiçbir eylemde bulunmadan, kendiliğinden yok olmazlar. Mutlaka onların yerine, olumlu olanları koymalıyız.

Çocuklar Neden Yalan Söyler?

Bize bir anne geldi. “Doktor, dedi, oğlum sık sık yalan söylüyor. Yaşadığını söylediği hikâyeler uyduruyor. Ailece yalandan nefret ederiz. Çocuğuma yalan söylediğimizi hiç hatırlamıyorum. Bu durum beni çok üzüyor. Defalarca yalanın kötü bir şey olduğunu söylediğim halde vaz geçiremedim. Size gelmekten başka çarem kalmadı.”

Anneyi dinledikten, çocuk ve aile hakkında birkaç soru sorduktan sonra konu anlaşıldı. Tebessüm ederek, “Boşuna telaşlanmışsınız, ortada yalan diye bir şey yok, çocuğunuzun davranışları gayet normal,” dedim.

Anne rahatlayacağı yerde iyice telaşlandı:

–Nasıl olur, söylediklerinin yalan olduğununu ben biliyorum. Hatta, bir defasında, sıkıştırdığım zaman “Yalan söylemiyorum, sen de vardın, beraber otobüse bindik,” dedi.

Bu son sözler üzerine olay iyice aydınlanmıştı.

Ölçülü Sevgi

Sevgi, çocuk eğitiminde “olmazsa olmaz”lar listesinin başında yer alır. Son araştırmalar, çocuğun sevgiyi daha ana rahminde iken hissetmeye başladığını gösteriyor. Annenin bebek sahibi olmayı arzulaması, isteyerek gebe kalması, fetusun (cenin) ilk hareketlerini hissettiği zaman sevinç duyması, karnını okşayarak bu sevincini belli etmesi gibi sevgi tezahürleri ana rahmindeki bebek tarafından daha ilk aylardan itibaren algılanmakta ve ruh sağlığının temelleri oluşmaktadır.

Yine araştırmalar sevgisiz büyüyen ve yeterli sevgi alamayan çocuklarda ruh sağlığının ve bunun yansıması olan duygusal zekanın tam gelişmediğini, ileri yaşlarda verilecek sevginin bu açığı kapatmaya yetmediğini göstermektedir. Bir çocuk sıcak aile ocağından uzak ve anne baba sevgisinden mahrum ise, en modern kurumlarda beslenip eğitilse dahi ruhundaki açlık doyurulamayacaktır.