Tecrübe

Kendimizi Çocuğumuza Nasıl Tanıtıyoruz?

Yeni doğmuş bebekler ağlarken "anne" dermiş gibi gelir etrafındakilere çoğu zaman. Belki de o çaresiz ve aciz çığlıklarda gizli "anne" lafzını duymak için hazır olduğundan kulaklar ve kalpler. İlk kelimeler de dört gözle beklenen baba ya da anne olur genellikle. Yavrularımızın bizlere ilk hitâbı ne heyecan vericidir! Dünyaya gözlerini açmalarından itibaren yaşanılan en özel anlardan biri, çocuklarımızın bizi zikredişleri. Anne- baba olduğumuzun ilk sözlü tasdiki, onların minik dudaklarından dökülenlerle. Anne ve baba oluş... Hem büyük bir ikrâm, hem büyük bir sorumluluk.




Riske atılmalarını teşvik ederek potansiyellerini sınamalarını sağlayın

Çocuklarınızın yaşamlarını riske atmalarını kasdetmiyorum elbette. Ancak, zor ya da hoşlanmadıkları şeyleri yapmaları için teşvik edilirlerse, kendilerini daha iyi tanıyacaklardır. Bu tür güçlüklerle yüzyüze geldiklerinde, isteyerek seçtikleri ve daha güvenli konuları seçtiklerinde hiçbir zaman keşfedemeyecekleri konularda da güçlü olduklarının, ilgi duydukları noktaların ve becerilerinin farkına varacaklardır.

Yalnız şunu unutmamak gerekir ki, çocuklarımızı bu yeni deneyime hazırlamak için, özellikle de başarısız olma korkularıyla nasıl başa çıkabilecekleri konusunda yardımımıza gereksinim duydukları takdirde, daha çok zamana ihtiyacımız olacaktır. Çocukların, ancak çok az bir bölümünün kendilerine olan güvenleri, ummadıkları şeylerle karşı karşıya gelince zarar görmez. (Çocuğunuzun korku ile başa çıkasında nasıl yardımcı olacağınız konusunda 11. Bölüm´e bakınız.)

Anne olmanın bir okulu yok

Ne yazık ki, anne olmanın bir okulu yok. Her mesleğin bir okulu var. Okula girmek için önce sınav kazanıyorsunuz, sonra o mesleği öğrenmek için 4 yıl ya da daha fazla süren bir eğitim sürecinden geçiyorsunuz, sonra da mezun olmak için yeterli bilgiye sahip olup olmadığınız sınanıyor. Yeterince çalışmadıysanız, dersleri başarıyla geçemediyseniz, devamsızlık yaptıysanız okuldan kaydınız siliniyor.

Şimdi aynı mesleki şartları anne olmak için düşünelim. Anne olmak için gireceğiniz bir okul olmadığı gibi, annelik sınavı, annelikten sınıfta kalma, annelik bilgisi ölçme süreci ya da annelikten kaydınızın silinmesi gibi bir durum söz konusu değil. Meslek seçiminde göz önünde bulundurulması gereken, kişiliğe göre meslek seçimi ya da yeteneğe göre meslek seçimi gibi bir alternatif de yok anne olmakta. Kişiliğiniz ve yetenekleriniz ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, anne olduysanız bunların bir ön şartı yok.

Ayrılığın ardından,diri kalan yürekler...

Önemli olan bulunduğunuz yer değil, hareket ettiğiniz yöndür - Oliver Wendell

Ayrılığın bir ateş misali yalayıp geçmediği bir yürek var mıdır? Gözden dökülmemiş, bu acıya değmemiş kaç göz yaşı vardır?

Açın göğün perdelerini, uzanmak istiyorum, bütün nefeslerimi biriktirdim haykırmak istiyorum. Yıldızları neden yok bu gecenin, ayı neden göremiyorum. Kendimden kaçmak kurtulmak istiyorum. Ayrılığın o kocaman boşluğuna düşmek istemiyorum. Baştan başa gurbet bu hayat, sılaya kavuşmak istiyorum.

İçimdeki bu acı beni nerelere sürükler,hangi dumanlı dağlar başında beni bana gösterir. Gösterin bana gösterin kalabalıklar! bu defa ayaklarım beni hangi menzile ulaştırır. Yarım kalmış tebessümler var dudaklarımda. Yarım kalmış cümleler sayfamda. Ve yarım kalmış dualar var dilimde. Ve hayatın kendisi bitmemiş bir cümledir. Yarım kalan bir nefestir hayat, bilirim...

Kurşun Kalem

Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu:
“Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikaye olma ihtimali var mı?”

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi:

“Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.”

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.

“İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç de farklı değil ki!”

“Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.

“Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Allah’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.”

“Alınsında nasıl alınırsa alınsın!”

Tarih boyunca bilgide, teknolojide yaşlılar hep öndeydi. Yaşılar bilgilerinin, tecrübelerininin tadını çıkartıyorlardı. Bunun için gençler, bir şeyler öğrenebilmek için yaşlılara eli mahkumdu. Ya şimdi? Tam tersi yaşlılar eli mahkum...

Bırakın gençleri,daha okula gitme yaşına bile gelmemiş çocuklar babalarına taş çıkartırcasına bilgisayar kullanıyor, internet kullanıyor. Babasının nasıl oynandığını bile anlayamadığı bilgi sayar oyunlarını zevkle oynayabiliyor küçücük çocuklar. Bütün bu gelişmeler, orta ve yaşlı kuşak ile gençler arasında akıl almaz bir uçurum meydana getirdi. Anlayışlar, düşünceler, yaşayışlar değişti.

Farklı iki dünyanın insanları haline geldiler. Birçok konuda ana-baba çocukları ile karşı karşıya geldi. Çocukların mutlaka alınmasını gerekli gördüğü şeyleri, ana-baba lüzumsuz boş şeyler olarak görmekte. Gençler ve çocuklar, reklam bombardımanıyla edindikleri yeni tüketim alışkanlıkları ve hayat değerleri ile köyden şehire göç etmiş, en azından çocukluğu köyde geçmiş anne ve babaları zor durumda bırakıyor.

Başarıda tecrübenin yeri

Çocuğunun yaşı ne olursa olsun, babanın gözünde, o hâlâ çocuktur ve her zaman himayeye, nasihate ihtiyacı vardır. Geçenlerde memleketinden dönen komşumuz Ahmet amca anlattı, epeyce güldük.

Ahmet amcanın yaşı ellinin üzerinde, babasının ise seksen... Babası, her zaman olduğu gibi, bu dönüşünde de, “Havanın sıcak olduğuna bakma, kazağını yanına al! Terli iken rüzgâra tutulursan üşütürsün. Sakın çok soğuk ve buzlu şeyler içme, hasta olursun...” gibi nasihatlerini ihmal etmemiş. Ahmet amca, tebessüm ederek, hafif sesle cevap vermiş:

- Babacığım, biliyorsun torun sahibi oldum, on beş yaşındaki çocuğa nasihat eder gibi konuşuyorsun! Babası birden ciddileşir:

- Yaşın ne olursa olsun, sen hâlâ benim gözümde on beş yaşındasın. Şunu unutma! Yaşlıların bulanık suda gördüğünü, gençler aynada bile göremezler. Bizlerin sizlere anlatabilecekleri bir şeyler her zaman vardır. Bizim anlattıklarımız daima sizin faydanızadır. Belki bu kadarı biraz fazla, ama yaşlıların tecrübelerine her zaman ihtiyacımızın olduğunu unutmamalıyız.

Bir babanın kızına nasihati

Kırk yıllık bir evlilikten; geçirdiğim acı tatlı hatıralardan ve tecrübelerden sonra kızıma ve dolayısıyla bütün Müslüman kızlara gazeteniz vasıtasıyla önemli mesajlar, nasihatlar sunmak istiyorum. Huzurlu bir evlilik için gençlerin bu mesajlara kulak vermesini arzu ediyorum.

Çünkü bunlar dile kolay kırk yılın birikimi. Yetmişine merdiven dayamış, kimseden bir beklentisi olmayan düşüncelerini içinden geldiği gibi ifade eden yaşlı bir Müslümanın samimi tespitleri kabul edin bunları:

1- Kızım, nefsine, benliğine ağır gelse de önce şunu kabul et! Erkek, bedenen, aklen, ruhen kadından üstündür. Cenab-ı Hak, kadını erkeğin himayesine vermiştir. Çünkü, ayet-i kerimede, “Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler; kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar.” (Nisa,34) buyurulmaktadır.

Bunu kabullenmenin sana bir zararı olmaz. Aksine çok faydası olur. Kabullenmediğin takdirde, netice değişmeyeceği gibi hem dünyada hem de ahırette bunun sıkıntısını çekersin!

Anneden gelinlik kızına mektup!

Genelde, evdeki kız çocuğu annesini örnek alır. Bunun için anne, her hali ile kızına örnek olmalıdır. İşte bütün genç kızlarımıza, asırlar önce yaşamış, hali vakti yerinde, soylu bir aileye mensup Ümame Hanımın, gelinlik çağındaki kızına yazdığı örnek mektubu sunmak istiyoruz. Bilhassa zamanımızda her genç kızın çok ihtiyacı olan bir nasihat bu:

Sevgili Kızım!

Bir kızın, annesi ve babası zengin, asil diye evlenmeye ihtiyacı olmasaydı, senin ve benim hiçbir zaman evlenmeye ihtiyacımız olmazdı. Fakat, durum böyle değildir.

Yavrum!

Şimdi sana kırk yıllık evliliğimin tecrübelerine dayanarak bazı tavsiyelerde bulunacağım. Bu tavsiyelerimi iyice öğrenip gerektiği şekilde hareket edersen, hayatın boyunca rahat edersin. Kocanla aranız hiçbir zaman bozulmaz. Bu dünyada mutlu bir ömür geçirdiğin gibi ahirette de ebedi saadete ulaşırsın.

1- Kanaatkar ol! Yani, kocan tarafından getirilen yiyecek ve giyecek herşeyi memnuniyetle, severek kabul et. Çünkü, kanaat, kalbi huzura kavuşturur.

Denizden Gelen Haber

Benim böyle bir arkadaşım var. Dün akşam beynimde gülle gibi oturmuş bir sıkıntıyla ona telefon ettim:
“Hemen bize gel,” dedi. “Eşim uyuyor, ben de kendime kahve pişiriyordum.”

Kalkıp ona gittim. Onunla geçen bir saatten sonra, onunla her görüşmemden sonra olduğu gibi, kendimi daha iyi hissediyordum. Derdim yine olduğu yerde duruyordu ama, eski korkunçluğunu yitirmişti. Sallanan iskemlesine oturup hiç konuşmadan can kulağıyla sizi, sıkıntınızı dinleyen Ken’in yanında rahatlamamaya imkân var mıydı ki...

“Ken” dedim. “İnsanın kafasındaki sorunları çözmekte üstüne yok. Bunu nasıl başarıyorsun?”

Gözlerinden başlayarak bütün yüzüne yayılan bir gülümsemesi vardı.

“Vallahi” dedi, “senden yaşlı olduğum için daha tecrübeliyim de ondan.”

Hayır mânâsında başımı salladım: