“En Sevgili”yle Sevgililer Günü

Geçtiğimiz yıl Ocak ayında telefonumun ajandasını açıp 14 Şubat’a, “En Büyük Sevgiliyle Sevgililer Günü” yazmıştım. Henüz Türkiye’deydik. Birkaç gün sonra eşimle hac yolculuğuna çıkacaktık ve 14 Şubat’ta Medine’de, Allah’ın habibi Peygamber Efendimizin (a.s.m.) huzurunda olacaktık.

Bize sevgiyi, sevmeyi, kimleri ve nasıl seveceğimizi öğreten Güzeller Güzelinin yanında kutlayacaktık Sevgililer Gününü.

Onu ziyaret etmeyi ve görmeyi öylesine istiyordum ki… Daha önce bir umreye, bir de hacca yazılmıştım. Ama kısmet olmamıştı. Hep aklımdaydı. Bazı ciddi kararları hacca endekslemiştim. Nihayet hayalini kurduğum gün gelmiş, mukaddes beldelere gitmek için yola çıkmıştık.

Önce Mekke’de hac vazifemizi ifa edip Sevgililer Gününden üç gün önce Medine’ye, Sevgilinin yurduna gelmiştik. Oradaki ilk buluşmayı, sonraki ziyaretlerde yaşadığımız duygu coşkunluğunu ve düşünce yoğunluğunu anlatmaya bu yazının sınırları yetmez. Sadece telefondaki notu ve ondan sonra olanları yazacağım.



Medine’de Sevgililer Günü

14 Şubat gelince telefonun alârmı saat kaçta, nerede çaldı ve ben nasıl susturdum, bilmiyorum. Çünkü, birçok hacı arkadaşım gibi ben bende değildim. Ne çevremle, ne dünya ile, ne Türkiye’deki olaylarla ilgileniyordum. Hepimizin aklında sadece Allah ve Onun Habibi Efendimiz (a.s.m.) vardı. Medine’de bildiğim iki yer bulunuyordu: Kaldığım otel ve hemen ötesindeki Mescid-i Nebevî ile Ravza-i Mutahhara. Acil ihtiyaçlar için çevrede bazı yerlere gitsem, sanki başka zamana ve farklı dünyaya gitmiş gibi oluyor, hemen oradan kurtulup kendimi Mescid-i Nebevî’nin manevî iklimine atıyordum.

14 Şubat’ta da hedefimiz aynıydı: Mescid-i Nebevî’de beş vakit namazı cemaatle kılmak, Efendimizi (a.s.m.) ziyaret edip salavatlar okumak, Kur’an, dua ve zikirle meşgul olmak. Bu yüzden o gün eşime her yıl âdetim olan iltifatkâr birkaç cümle söylemek, bir hediye vermek, ikramda bulunmak imkânını bulamadım. Zaten birbirimizi zor görüyorduk.



O gün eşimi unuttum

Yatsı namazından sonra otele gelince oda arkadaşım Serdar Bey’e, “Bugün Sevgililer Günüydü. Ama ben hanıma ne bir hediye aldım, ne de ikramda bulundum.” dedim. O da, “Doğrusu, ben de unuttum. Ama yarın bir hediye verir, gönlünü alırım.” dedi.

Ertesi gün teheccüt vaktinden önce başlayan koşturmaca, yine gecenin geç saatlerinde bittiğinde, arkadaşıma, “Bugün hediye almayı elhamdülillâh yine unuttum.” dedim. O da unuttuğunu söyledi. İlerleyen günlerde de değişen bir şey yoktu. Zihinlerimiz bir tek gayeye odaklanmış, hiçbir şey düşünemiyorduk. Odamızda otelin televizyonu vardı. Bir tek arkadaş, “Acaba dünyada neler oluyor?” diye merak edip açmıyordu.

Evet, sadece Sevgililer Sevgilisini düşünmekten, her yıl hatırladığım eşimi unuttuğum için hamd ediyordum. Çünkü, sevmeyi Efendimizden (a.s.m.) öğrenmiştim. Evlenmeyi o teşvik etmişti. Ailenin önemini o anlatmıştı. Muhabbeti, şefkati, hoşgörüyü, anlayışı, sabrı, affetmeyi, fedakârlığı, feragati, vefayı o bildirmişti. Dünyanın geçici olduğunu, Allah’ın rızası yolunda yaşayan çiftlerin Cennet bahçelerinde de ebede kadar birlikte olacaklarını o müjdelemişti.



O, bize sevmeyi öğretti

“Evleniniz, çoğalınız. Kıyamet gününde ben diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla övüneceğim.” demişti. Böylece, “Nikâh esarettir, biz birlikte yaşıyoruz.” diyenlere bir kale olmuş, bizi sevgilimizle buluşturmuştu.

Sevmeyi, hep sevmeyi öğütledi bize. Sahabeden birisi, mü’min bir kardeşini sevdiğini söylemişti. “Bunu ona söyledin mi?” sorusuna, “Hayır” cevabını alan Efendimiz (a.s.m.), “Git, ona yetiş ve sevdiğini söyle.” buyurmuştu. Böylece sevgilimize sevdiğimizi söylemekten çekinmeyip, yürekten kopup gelen bir içtenlikle, “Seni seviyorum.” dedik.

Sürekli hoşgörüyü anlattı, hoşgörüyü yaşadı. “Eşinizin hoşlanmadığınız bir yönü varsa, hoşlandığınız yönüne bakın.” diyerek, farkında olmadığımız zenginlikleri hatırlattı bize.

Tahammül ve sabrı tavsiye etti. “Allah’ın en sevmediği helâl boşanmaktır.” sözüyle, sabrımızın zorlandığı anlarda imdadımıza yetişti. Bize, “Madem Rabbimiz hoşlanmıyor, şeytan seviniyor. Niye şeytanı memnun edelim?” demeyi öğretti.

Sevgilimize zulüm ve baskı yapmaktan korudu bizi. “Size iki zayıfın hakkını yemeyi yasaklıyorum: Kadın ve yetim” demişti. Aslında her türlü zulmü yasaklamış, ama bu ikisine özel bir önem vermişti. Çünkü, bütün dünyada en çok hakkı yenen bu iki zayıftı.

“Kişinin harcadıkları içinde en hayırlısı, ailesine harcadığıdır.” ifadesiyle, rızkı için çalışıp çabalamayı ibadet ilân etti. Böylece dayandık tüm zorluklara, sıkıntılara.

“Bir erkek, sevgiyle eşinin yüzüne bakar ve elini tutarsa, bırakıncaya kadar günahları dökülür.” müjdesini vererek, sadece dilden değil, elden ve gönülden sevmeyi öğretti.

“Sevdiğinizi söyleyin”

Nefis ve şeytan bizi şiddet kullanmaya zorladığında, “Hanımlarınızı dövmeyin, onları cezalandırmak maksadıyla evde tek başlarına terk etmeyin.” diye uyaran yine Sevgili Efendimizdi (a.s.m.).

“Hediyeleşin, hediye sevgiyi arttırır.” diyerek eşlerde sevginin kökleşmesinin yollarını öğretti.

Kadının mal gibi görüldüğü bir ortamda, “Sizin en hayırlınız, hanımlarına en iyi davranandır.” müjdesini vererek, kadını yüceltti.

Kısacası o, her bakımdan Güzeller Güzeli, Sevgililer Sevgilisiydi.

Bunun için Medine’de kutladığım Sevgililer Gününü asla unutamam. Zaten eşlerin birlikte hacca gidip Cennette yaşar gibi birkaç hafta geçirmeleri, birbirlerine sundukları en güzel hediye değil miydi?

Bu duygu ve düşüncelerle tüm çiftlerin Sevgililer Gününü kutluyorum. Her ne kadar anneler, babalar günü gibi bu da ithal bir gün ise de, sevmekten, sevdiğini haykırmaktan, hediye almaktan, ikram etmekten ne zarar gelir ki…

14 Şubat’ta dilinizle, elinizle ve bütün yüreğinizle sevdiğinizi haykırın eşinize. Çünkü, Sevgililer Sevgilisi de böyle istiyor. “Sevdiğinizi söyleyin. İkram edin. Hediyeleşin.” buyuruyor.

Peki onu memnun etmek istemez misiniz?


CEMİL TOKPINAR


1 yorum

bence aşk yalan aşk diye

bence aşk yalan aşk diye birşey yoktur.olsada boştur.

24.11.2008 - Misafir

Konular