Aile merkezli helal duyarlılığı

“Helal” kelimesi, daha çok nesneler dünyasına ait bir niteleme olarak kullanıldığı için böyle bir başlıkla neyin kastedilmiş olabileceği ister istemez bir soru işareti doğurmaktadır. Acaba ailede helal duyarlılığı derken nikâhsız beraberlikler mi kastedilmektedir? Yoksa aile bireylerinin kursağından haram lokma geçmemesi hassasiyetine mi vurgu yapılmaktadır? Ya da aile içi ve dışı ilişkilerde söz konusu olması gereken hukuki ve ahlaki hükümlere mi işaret edilmektedir?

Hemen ifade edelim ki, helal kelimesinin geniş açılımı bu soruların hepsinin bu yazının kapsama alanına alınabilmesine imkân sağlamaktadır. Çünkü “helal” kelimesinin gerek Kur’an-ı Kerim’de gerek hadis-i şeriflerdeki kullanımlarında bir taraftan mübah ve caiz anlamı (mesela Bakara, 196, 228; Tirmizî, “Tahâret”, 52.) diğer taraftan vacip ve gereklilik anlamı (mesela Buhârî, “Ezan”, 8.) kastedilmiştir. Öyleyse “helal” hem bir meşruiyet ve geçerlilik hem de bir gereklilik ve bağlayıcılık vurgusu taşımaktadır.

Hâl böyle olunca aile merkezli helal duyarlılığına, onun meşru bir şekilde kuruluşu, kurulduktan sonra helal gıda ile gelişip büyümesi, gerek aile içi gerek çevre ile ilişkilerde hem ahlaka hem de hukuka uygun bir sürecin işletilmesi aynı derecede dâhil olmaktadır. Zira insanoğlunun içinde doğduğu, büyüdüğü ve hayata katıldığı en küçük sosyal ünite olan aile, bu özellikleri yanında aynı zamanda bir ahlaki ve hukuki yapıdır da.

İşte bu yapının “helal” duyarlılığına sahip olmasının ilk adımı onun dinî-hukuki bir meşruiyet zeminine sahip olması yani nikâhlı bir beraberliğe dayanmasıdır. Nikâha yani Müslüman toplumun benimseyeceği ve takibini yapabileceği bir evlenme akdine dayanmayan aile birliği, gerçek anlamda saygın bir kurum kimliğini taşıyamaz. Aksine aşağılık bir zina olarak değerlendirilir ve çok kötü bir davranış diye nitelenir. (İsrâ, 32.)

Müslümanlık telakkisine göre bir evlenme akdinin meydana gelebilmesi için ise şu unsurlar gerekmektedir:

a. Cinsiyetleri ayrı iki taraf. Yani evlenme, nikâh ehliyeti taşıyan ve evlenmelerine herhangi bir engel bulunmayan bir erkek ile kadın arasında olur. (Rûm, 21.)

b. Hayat beraberliği için ortak rıza. Tarafların böyle bir akde gönülden razı olmaları, onları sadece cinsel ilişkide değil, hayatın acı-tatlı her anında ortak yapmaktadır. Zaten evlilik akdinin esas konusu da budur. (Bakara, 187.)

c. İlke olarak devamlılık. Daha sonra baş gösterecek bazı sebeplerle evliliğin sona ermesi de mümkün olmakla beraber, evlilik akdinde devamlılık esastır. Belli bir süre devam ettirilmek veya bir tecrübe devresi geçirmek maksadıyla geçici evlilikler yapılamaz. (Nisâ, 19.)

d. Hukukilik. Yukarıdaki unsurların mevcudiyetine rağmen bu akit, ayrıca hukuk tarafından da tanınan bir akit olmalıdır. Bu sebeple mesela metreslik anlayışına “evlilik” denmez. Evlilik akdinin taraflara sağladığı haklar ve karşılıklı sorumluluklar, ancak hukuk nazarında geçerli olan bir nikâhta söz konusu olabilir. (Bakara, 228.)

Böylece hukuki bir meşruiyet kazanan ailenin kurumsal önemini şu ayet-i kerime çok anlamlı bir tarzda ortaya koymaktadır: “İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah’ın varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünen bir toplum için dersler vardır.” (Rûm, 21.)

İslam âlimleri, ailenin hem kendi elemanları hem de toplumla ilişkilerini inceleyip ilgili hükümleri tespit ederken bir inceliğe işaret etmişlerdir. Müslümanların nazarında ailenin oturduğu temeli gösteren bu incelik, nikâha kısmen ibadet anlamı da yüklemektir. Yani aile kurumunun kurulmasının hukuken ilk adımı ve meşruiyet vasıtası olan nikâh, normal bir akit/sözleşme olmanın ötesinde Allah’a yakınlaşma demek olan ibadet mahiyetine de bürünmektedir.

Allah Rasulü’nün Veda Hutbesi’nde erkeklere yönelik olarak, “Kadınlarınız konusunda Allah’tan korkun. Siz onları, Allah’ın bir emaneti olarak aldınız ve onlarla beraberlik, Allah’ın kelimesi (nikâh) ile size helâl oldu...” (Müslim, "Hac", 147.) şeklindeki irşadıyla; kadınları kastederek, “Mümin bir kişi, Allah korkusundan ve O’na itaatten sonra, saliha bir hanım nimeti kadar başka hiçbir şeyden yararlanmamıştır. Çünkü hanımına emretse sözünü dinler, yüzüne bakınca sevinir, üzerine yemin etse yeminini doğru çıkarır, kocası dışarıya gitse iffetini ve kocasının malını korur.” (İbn Mâce, "Nikâh", 5.) irşadı, ailenin emanet duygusu ve iffet erdemi gibi nitelikler üzerine kurulduğunu gösterir. Bu iki olgu da zaten ailenin gerek bireysel gerek toplumsal öneminin temel taşıdır.

Ailede helal duyarlılığının önemli bir sonucu, başta karı-koca olmak üzere aile bireylerinin tümünün birbirlerine ve çevreye karşı sorumluluklarının bilincinde olup haklarına hep birlikte saygı göstermeleridir. “Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi kadınların da erkekler üzerinde belli hakları vardır...” (Bakara, 228.) ayeti ile “Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olanınızdır...” (Ebu Dâvûd, "Sünnet", 14.) hadisi bu noktadaki en genel çerçeveye işaret etmektedir. Aynı şekilde “Onlarla iyi geçinin, eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de, Allah onda birçok hayır takdir etmiş olur.” (Nisâ, 19.); “Kadınlarınız konusunda Allah’tan korkun. Siz onları, Allah’ın bir emaneti olarak aldınız ve onlarla beraberlik, Allah’ın kelimesi (nikâh) ile size helal oldu...” (Müslim, "Hac", l 47.); “İyi kulak verin! Kadınlara hayrı tavsiye edin, onlar üzerinde hayırdan başka bir şeye sahip değilsiniz...” (Buhârî, "Enbiyâ", 1; "Nikâh" 80.); “Kadınların en hayırlısı, kendisine baktığın zaman seni sevindiren, bir şey istediğin zaman sana itaat eden ve senin yokluğunda iffetini ve senin malını koruyan kadındır.” (İbn Mâce, "Nikâh", 5.); “Kadınları dövmeyin!” (Ebu Dâvûd, "Nikâh", 41, 42.) gibi ayet ve hadisler, aile ilişkilerindeki helal duyarlılığına ilişkin temel İslami yaklaşımı özetlemektedir.

Yukarıda kısmen açıklanan geniş anlamlı “helal” bilincine sahip bir ailenin önemli bir özelliği de, bu yuvaya mensup herkesin üzerine düşen görevleri bir ibadet vecdiyle yerine getirmesidir. İbadet vecdi diyoruz, çünkü aile bireylerinin görevleri, kısmen Kur’an-ı Kerim’de, büyük ölçüde Peygamber (s.a.s.) sünnetinde dinî-şer’î bir muhteva ile duyurulmuş ve bu konuda Müslümanlar uyarılmıştır. Nisa suresinde yer alan bir ayet-i kerime söz konusu görevleri en genel çerçevesiyle şöyle belirlemektedir: “Allah’ın bazılarını bazılarından üstün kılmasından ve erkeklerin mallarından harcamalarından dolayı, erkekler kadınları kollayıp gözetirler. İyi kadınlar, gönülden saygılı olup Allah’ın kendilerini korumasına karşılık, saklı olanı muhafaza ederler...” (Nisâ, 34.)

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in meşhur “Hepiniz çobansınız.” hadisi de bu bağlamda hatırlanmalıdır: “Sizden her biriniz birer çobansınız ve her biriniz güttüğünüzden sorumlusunuz. Devlet yöneticisi bir çobandır ve yönettiği kişilerden sorumludur. Evin erkeği bir çobandır ve aile bireylerinden sorumludur. Evin hanımı, kocasının evi içinde bir çobandır ve yetkili olduğu alanlardan sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malı üzerinde bir çobandır ve bunun yönetiminden sorumludur.” (Buhârî, "Cumu'a", 11; Müslim, "İmâra", 20.)

Bir başka sözünde “Sizin en hayırlınız ailesine karşı en hayırlı olandır. Ben de aileme karşı hayırlıyım.” (Tirmizî, "Menâkıb", 63.) şeklinde konuşan sevgili Peygamberimiz hem ahlaki ve hukuki, hem cinsel ve bedenî hem de medeni gereklerin topluca yerine getirilmesini, “hayırlı olmak” gibi bir vasıfla nitelendirmiştir.

Eşlerin arasında zaman zaman baş gösterebilecek kırgınlıklar, hem bu görevlerin ihmaline hem de aile yuvasının dağılmasına bir sebep teşkil edemez: “Ey inananlar! Kadınlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.” (Nisâ, 19.) ayeti yanında şu ayetler de eşler arasında çıkabilecek uyuşmazlık ve dargınlıkların hemen bir ayrılış vesilesi yapılmamasını, aksine yaraların sarılmasını istemektedir: “...Sorumsuz davranmasından korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarından ayrılın ve (bunlarla yola gelmezlerse ve evliliği kurtarmaya yarayacaksa hafifçe) onlara vurun. Eğer size itaat ederlerse, aleyhlerine başka bir yol aramayın. Allah yücedir, uludur. Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Eğer onları düzeltmek isterlerse Allah aralarını bulur. Allah bilendir, haberdardır.” (Nisâ, 34-35.); “Ve eğer bir kadın, kocasının huysuzluğundan yahut kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa, anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah yoktur. Barış daima iyidir. Zaten nefislerde kıskançlık hazırdır. Eğer güzel geçinir, sakınırsanız Allah yaptıklarınızı haber alır.” (Nisâ, 128.)

Müslümanlığa gönülden bağlı bir ailede çocuklar Allah’ın bir emaneti olarak değer taşır. Çocuğu bahşeden, onun cinsiyetini belirleyen Yüce Yaratıcı’dır ve O, ana-babadan bu yavrunun iyi yetiştirilmesini istemektedir: “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır; dilediğini yaratır. O, dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk verir yahut hem kız, hem erkek çocuk verir; dilediğini de kısır bırakır. O bilendir, her şeye gücü yetendir.” (Şûra, 49-50.)

Ailenin moral gücü, neşesi ve hayat kaynağı olan çocuklar, aslında dünyada girilen en büyük sınavın da konusudur. Çocuklara verilen terbiye, onlara kazandırılan kimlik, ana-babanın ahiretteki başarılarının en büyük belirleyicilerindendir. Ayetleri bir kere daha okuyalım: “Mallarınızın ve çocuklarınızın da bir sınav olduğunu, büyük ödülün Allah katında bulunduğunu bilin!” (Enfâl, 28.); “Ey inananlar! Mallarınız ve çocuklarınız, sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın! Böyle olanlar ziyana uğrayanlardır.” (Münâfikûn, 3.); “Mal ve çocuklar dünya hayatının süsüdür. Kalıcı olan yararlı işler, Rabbinin katında sevapça ve ümit bakımından daha iyidir.” (Kehf, 46.)

İşte helal-haram duyarlılığına sahip bir aile, bu bilinçle yavrusunu eğitir, onu İslam şahsiyetinin canlı bir örneği yapmaya çalışır. Lokman (a.s.)’ın çocuğuna bu yönde yaptığı şu tavsiyeler, Kur’an tarafından örnek alınmak üzere bize de bildirilmiştir: “(Lokman öğütlerine devam ederek dedi ki): Yavrum, (yaptığın iyilik veya kötülük) hardal tanesi ağırlığınca bir şey de olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerde bulunsa Allah mutlaka onu getirir. Çünkü Allah’ın bilgisi her şeye ulaşır ve O her şeyi haber alır. Yavrum, namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelene sabret. Çünkü bunlar (Allah’ın yapmanı emrettiği) kesin işlerdendir; insanlara yanak büküp yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez. Yürüyüşünde tutumlu ol, sesini de kıs. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.” (Lokman, 16-17.)

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, “Bir babanın çocuğuna bırakacağı en büyük miras, iyi bir isimle güzel bir terbiyedir.” (bk. Tirmizî, "Bir", 33.) buyruğu da aynı tespite vurgu yapmaktadır.

Helal bilincinin bir diğer yansıması, ailenin topluma yönelik görev ve sorumluluklara duyarlı olmasıdır. Nasıl Müslüman birey sadece kendisini düşünen bencil bir varlık değilse, Müslüman aile de kendi topluluğu dışında diğer topluluklara karşı belli bir ahlaki-hukuki sorumluluk altında olduğunu bilir.

Bir Müslüman ailenin, kendi dışında sorumluluk taşıdığı ilk grup, akrabalardır. Gerek anne gerek baba tarafından aynı sülale içinde bulunan insanlar, yekdiğerinin sevincine ve üzüntüsüne ortak olmak durumundadırlar. “Kuşkusuz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90.) buyruğuyla Yüce Allah bu noktanın altını çizmektedir. Sılayırahim dediğimiz akrabalık bağlarının muhafaza edilmesi, Kur’an-ı Kerim’de iyi bir Müslümanın vazgeçilmez vasfı olarak nitelenirken, tersine bu bağa riayet etmeyip akraba sorumluluğunu göz ardı edenler “hüsrana uğrayanlar”, “yeryüzünde bozgunculuk yapanlar, lanetlenip cehenneme gidenler” olarak nitelendirilmiştir.

Daha ele alınması gereken pek çok boyuta sahip olan bu önemli konuyu Yüce Allah’ın bir buyruğuyla noktalayalım: “Biz insana anne-babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu zahmetle taşımış ve güçlükle doğurmuştur… Nihayet insan olgunluk çağına girip ardından kırk yaşına basınca demelidir ki: Rabbim! Bana ve anne-babama verdiğin nimetlere karşılık üzerime düşeni yerine getirmemi ve hoşnut olacağın doğru ve yararlı işler yapmamı bana nasip et. Soyumdan gelecekleri de iyi/salih insanlar kılarak beni mutlu et. Kuşkusuz ben tevbe edip sana döndüm ve sana teslim olanlardan oldum.” (Ahkaf, 15. Başka bazı ayrıntılar için bk. Ahmet Yaman, İslam Aile Hukuku, İstanbul 2009.)

Prof. Dr. Ahmet Yaman


Konular