Simuzer

Büyük çinar bir kiyidaydi, küçük çinar öbür kiyida. Aralarinda bir irmak akardi. Birbirlerine bir irmak kadar yakin, ama bir irmak kadar da uzaktilar.

Büyük çinar olgundu, ergindi, deneyimliydi, adi Zer'di. Küçük çinar ise, tazeydi, canliydi, adi Sim'di. Ikisini ayiran irmagin ismini Firak koymuslardi.

Çevrede baska agaç yoktu sanki. Onlar sadece birbirlerini görür, sever, özler ve isterlerdi. Baharda süslenir, yazda yapraklanir, güzün sararir, kisin soyunurlardi.

Filizlenip yapraklanmalari kavusma arzusundandi, sararip solmalari ayrilik acisindan. Kar, firtina, ayaz oldumu, Zer, Sim için üzülür, Sim de Zer için kaygilanirdi.

Tek dilekleri vardi: Kavusmak! Ayaklari yoktu ki kossunlar birbirlerine, kanatlari yoktu ki uçsunlar. Hiç olmazsa birisi irmagi geçebilseydi! Hayir, imkansizdi bu.

"Yanyana olsak!" derdi Zer.

"Cancana yasasak!" derdi Sim.

Günes etrafi aydinlatmaya basladimi neselenir, battimi üzülürlerdi. Gerçi karanlik da engel olamiyordu onlara. Sabahlara kadar hayaller kuruyor, rüyalar görüyorlardi.

Gece mehtaba bakarlardi ikisi de. Bu ortak görüntü, birbirlerine bakiyorlarmis gibi bir his verirdi onlara. Semaya bakarken hayal kurmalari daha kolay oluyordu.

"Parlayan ay!" derdi Zer.

"Ikimize pay" diye tamamlardi Sim.

Gerçi konusmadan da anlasirlardi, ama zaman zaman da konusurlardi. Rüzgar sirdasiydi onlarin. Fisiltilarini tasirdi. Kiyidan kiyiya siirler, iç çekisleri, özlem çigliklari götürüp getirirdi.

"Yaninda olsam!" derdi Zer.

"Yanimda olsan" derdi Sim, bir yanki gibi.

Bir de kuslar vardi! Halden anlayan kuslar. Gelirler, dallarinda yuva kurar, kollarinda uyur, anne olur, baba olurlardi. Derinden derine ah eden agaçlarin postacilariydi kuslar.

Mektuplasirlardi bazan, biribirlerine yapraklar gönderirlerdi. Rüzgar, özel bir ulak gibi çalisirdi o zaman. Zer'in yapraklari Sim'e uçar, Sim'in sayfalari da Zer'e konardi.

Bazen müzikti tasinan, bazen siir. Sevgi, özlem, ayrilik sözleri söylerlerdi birbirlerine. Bir sirlari vardi aralarinda. Adini söylemiyor, ama en yogun biçimiyle paylasiyorlardi.

"Sendeyim!" derdi biri.

"Bendesin!" derdi digeri.

Söz ve anlam gibiydiler. Görünürde ayriydilar belki, ama hakikatte birdiler. Buna inanirlardi, ama yine de kavusma arzusuyla yanmaktan alamazlardi kendilerini!

"Sen büyüksün, ben yetersizim" derdi Sim, incecik sesiyle. "Sen baharsin, ben yazim" derdi Zer. Sonra ikisi birden haykirirlardi:

"Ben yok, sen yok, biz variz!

Birbirimizi tamamlariz!"

Evet, yanyana degillerdi, ama onlar kavusma sevincini baska türlü yasarlardi. Sonbahar geldimi ikisinin de yapraklari dökülürdü yere. Özlemle sararan yapraklardi bunlar.

Rüzgarla karsi kiyilara uçusan yapraklar birbirine karisirdi o zaman. Kendileri kavusamasa da parçalari kavusmus olurdu böylece. Esintilerin tesiriyle yaprak yapraga oynasirlardi.

Bir kavusma yöntemleri daha vardi: Gölgeleri, yapraklari, siirleri, özlemleri, sevgileri suya dökülürdü. Irmak, vuslat yuvalari olurdu. Su aynasinda beraber görünürlerdi. Sevinirlerdi!

Buna da raziydilar, ama bu hal uzun sürmedi. Ormana bir oduncu geldi. Korkuyla titrediler. Eli baltali adam, hangisini kessem acaba, diye bakinmaya basladi. Bir celladin gözleriydi gözleri!

Hem Zer, Hem de Sim, celladi kendilerine çagiriyorlardi. "Bana gel, beni kes! Bak, ben çok yasadim!" diyordu Zer. Sim ise, "Ben tazeyim, beni kes, zorluk çikarmam sana!" diye haykiriyordu.

Oduncu, ince ve kolay olana yöneldi. Henüz hayatinin baharini yasayan Sim'i kesti, devirdi. Tasisin diye atti irmaga. Zer'in göklerde yankilanan feryadini isitmedi bile.

Zer, "Beni de, beni de kes!" dediyse de duyuramadi sesini. Giden sevgilinin ardindan aciyla inledi. Rüzgara yalvardi o zaman. "Lütfen es!" dedi. "Hiç esmedigin bir güçle es! Firtina ol!"

"Niçin?" diye sordu rüzgar. "Beni suya devir! Bak, o gidiyor!" dedi, Zer. Durumu kavradi rüzgar. Görülmedik bir hizla, siddetle ve tutkuyla esti, esti, esti. Firtina oldu.

Zer'in yillanmis gövdesi dayanamadi bu firtinaya, suya devrildi. Sim'in ardi sira akmaya basladi. "Elbet bir yerde bulusuruz" diyordu. "Nasilsa ayni yöne gidiyoruz!"

Öyle de oldu... Yüze yüze bir kereste fabrikasinin önüne vardilar. Adamlar geldi yanlarina, ikisini de irmaktan çikardilar. Kestiler, biçtiler, tahtalar haline getirdiler, depoya götürdüler.

Depocu üst üste koydu parçalarini. Aylarca kurudular orada, hayatlarindan eser kalmadi. Duygulari ise dipdiriydi. Gece oldumu fisildasiyorlardi aralarinda.

Tek dualari vardi: Asla ayrilmamak! Ilahi merhamet gecikmedi... Bir mobilyaci aldi tahtalarini. Atölyesine götürdü. Güzel bir çalisma masasi yapti. Satmak için vitrine koydu.

Masanin içinde fisildasiyorlardi simdi. "Bir olduk artik" diyorlardi. "Bu masaya bir isim gerek." Geceler boyu düsündüler. "Simuzer" olsun dedi, Zer. Iki isim teke inecekti böylece. "Olsun" dedi, Sim.

Vitrindeydiler. Caddede bir adam ve bir kiz gördüler. Hizli yürüyorlardi. Aceleleri vardi sanki. Birlikteydiler, ama ayri gibiydiler. Onlarin da aralarinda bir irmak mi vardi yoksa!

Gönül gönüleydiler, ama el ele degillerdi. Bir sirlari mi vardi acaba? Söylenmemis sözler gibiydi erkek. Yazilmamis siirlere benziyordu kiz. "Bize benziyorlar" diye fisildadi Sim.

Aylar birbiri ardinca geçti gitti. Vitrindeydiler yine. Masanin üstünde bir gölge hissettiler, bir erkek gölgesi. O adamdi! Yaninda "yazilmamis siir" yoktu simdi. Nerelerdeydi acaba?

Adamin gözlerinde hüzün vardi. Yüzü gülerken eslik etmiyordu gözleri. Tebessümünü yitirmisti adam. Onu arar gibi israrla masaya bakiyordu. Içeriye girdi, pazarlik etti, masayi aldi, odasina götürdü.

Siirler yazacakti üstünde! Yaziyordu da... Sim ve Zer bu durumdan memnundular. Hayatsiz bir yasantilari vardi iste! Kupkuru bir hayatti bu. Olsun! Siir yaziyordu ya adam, az sey miydi!

"Ona yardim edelim," dediler. "Ne yapalim?" diye sordu Zer. "Ona bizi anlatalim! Isitsin de ögrensin sevgimizi. Belki bizim de destanimizi yazar."

Gece konusacaklardi. Hep gece konusurdu onlar. Geceyi beklerse isitebilirdi adam. Konustular da. Adam, gecelerde hiç mahrum kalmadi ilhamdan yana.

Birlikteydiler, mutlu olmalari gerekirdi, ama degillerdi iste. Bir sizi vardi gönüllerinde, ince bir sizi. Yasanmamis hayatlardan kalan bir bosluk gibiydi! Kötü evliliklere benzemisti bu beraberlik.

Böyle olmamaliydi... Zer, derin bir ah etti. Kendi kendine konusur gibi "Nehrimizin kiyisinda yanyana olsaydik!" dedi. "Can cana yasasaydik!" diye inledi, Sim. Aci dolu sustular.

Dallarini, yapraklarini, kus civiltilarini, yagmur sipiltilarini, irmak türkülerini, rüzgar ugultularini hatirladilar. Iç geçirdiler... Artik, ne baharlar vardi, ne de yazlar.

Simdi kupkuruydular. Gözyasi bile dökemeden uzun zaman agladilar. Fisildasmalari dileklere dönüstü. Her gece bikmadan usanmadan tekrar ediyorlardi.

Geriye dönüs imkansizdi, anlamislardi, ama ileriye gidis mümkündü, bunu farkettiler. Yalniz hatiralar yoktu ki, ümitler ve hayaller de vardi.

"Cennette olsak!" diyordu, Sim.

"Yanyana yasasak!" diyordu, Zer.

"Önümüzden bir irmak aksa..."

"Irmak bizi ayirmasa..."

"Dallarimiza kuslar konsa..."


Konular