Ev’den Yuva’ya

Neye, nereye bakarsak bakalım, eşsiz bir ahenk ve düzen hemen dikkatimizi çeker. Kuşların, balıkların, bitkilerin, ağaçların, denizlerin, hasılı yeryüzünün birbiri arasındaki uyum bizi kendine hayran bırakır. Eğer anlamsız gayretkeşliğimiz, cahilce müdahalelerimizle yaratılmışların işine burnumuzu sokmamışsak, her şey ilahi planın mükemmelliğini, evrenin sonsuz sırrını sergiler.

Yarattığı her şeyin denge ve uyumunu inceden inceye hesaplayan Rabbimizin, bizim her türlü yaşayışımızdaki ahengi ihmal etmesi hiç mümkün mü?

Bunu anlamak için, aile hayatı üzerinde düşünmemizi tavsiye eden ayet-i kerimeye bakmamız yetecektir. Bu ayette, insanın dünya hayatındaki huzur ve ahengini temin edecek konulardan birine dikkat çekiliyor. Dünyada mutlu olabilmemiz ve yaşadığımız hayatı sevebilmemiz, kendimizden olan eşlere sahip olmamızla mümkün olduğu bildirilmektedir. Kadın ve erkeğin hayatlarını birleştirmesiyle birlikte ilahi kudret onları birbirine yaklaştırıp gönüllerinin birbirine kaynamasını temin edecek, birbirlerini koruyup esirgeme duyguları gelişecek ve ilahi rahmetin bereketli ikliminde sevgi çiçekleri açacaktır. İşte o zaman “ev” canlanıp “yuva” olacaktır.

YUVADAKİLER UĞRUNA

Sabahın erken saatlerinde yavrularını yuvada bırakıp onlara yiyecek bulmak için uçup giden kuş misali, yavruları uğrunda çalışıp, çabalayan, onların huzurlu olması için nice zahmetlere göğüs geren, nice kendini bilmezlerin ağız kokusuna katlanan baba ve anne, yuvada kendi sevgisi ile atan kalpleri düşündükçe rahatlayacak, gönlüne yeni bir nefes gibi dolan bu sevginin hayaliyle canlanacak, hayatın zorluklarına karşı daha güçlenmiş olarak direnip mücadele edecektir.

Akşam evine yorgun argın vardığında sevgili eşi veya yavruları kapıyı açacak, onların gülen yüzlerini görünce bütün sıkıntılarını unutacak, eğer evine kadar getirdiği üzüntüleri varsa, “Yuvamızın huzurunu bozmaya hakkım yok” deyip çıkardığı ayakkabı ile birlikte onları da içinden sıyırıp atacaktır.

DERTLER PAYLAŞILDIKÇA...

Aynı incelik ve anlayışı yüreğinde taşıyan sevgili eşi de, “evin bereketi” diye bildiği kocasını, sevgi dolu bakışları ile ısıtacak, tatlı dili ile onun yorgunluğunu alacak, herhangi bir tatsızlığa fırsat vermeyecektir. “Onun sıkıntıları ona yeter” diyerek kocasına söylemeden halledebileceği problemleri ona anlatıp üzülmesine gönlü razı olmayacaktır. Kocasının bilmesi icap eden konuları ise, ne kadar sıkıcı olursa olsun, uygun bir anda ve zamanda ona söyleyip haberdar olmasını sağlayacaktır. Yani onunla dertleşmesini de bilecektir.

Zaten hayatta bir kalbin yalnız başına taşıyamayacağı dertler, sıkıntılar vardır. Bazan dayanılması mümkün olmayan, zavallı bir kalbi korkunç ağırlığı ile ezip sıkıştıran dağ gibi dertler, sevilen biri ile paylaşıldığında azalır ve hatta yok olup gider. Sevdiğimiz insanın güzel bir yorumu ve hoş bir tesellisi ile o sıkıntılar büsbütün kaybolur. İnsanın dert ortağı da hayat arkadaşı olmalıdır. Sırlarını yabancılara değil, ona anlatmalı, teselliyi ondan beklemelidir.

Hz. Peygamber ilk vahiyle karşılaştığında, başka bir yere gitmeden, başka bir arkadaşına dahi derdini açmadan, nasıl hemen koşup Hz. Hatice’ye olanı biteni anlattı ve ondan da en büyük destek ve teselliyi gördü ise bizim de aynı yolu izlememiz gerekir.

HER ZAMAN BİR OLMAZ!

Eşlerin birbirine karşı anlayışlı davranması, yuvanın huzuru, yuvadakilerin mutluluğu için son derece önemlidir. Fakat insanın her anı bir olmaz. Herhangi bir sebeple eşlerden biri, kendinden beklenen davranışı gösteremeyebilir. Boşuna dememişler: “İnsan gah olur dağı kaldırır, gah olur darıyı kaldıramaz.” Gönül halidir bu! Böyle durumlarda karşılıklı anlayış ve hoşgörü beklenir. Eşiyle ilgilenip, uygun bir dil ile problemin sebebini sorması ve üzüntüsüne çare olması arzu edilir. Zaten ilaçların fayda vermediği yerde insanı sakinleştiren ve hatta tedavi eden harika formül, sevgilinin tatlı sesi ve şefkat dolu bakışıdır. Seven birinin, gönlünden kopup gelen sevgi dolu sesinin, aşk çiçekleri taşıyan bir bakışının uysallaştıramadığı insan yoktur.

Anlayış ve ilgiye muhtaç olan kimse, gösterdiğimiz alaka ve yakınlığa rağmen yine de yumuşama alameti göstermiyorsa, daha fazla üzerine gitmemek gerektir. Zira bu durumda ya bizim ilgimizde beklenen sıcaklık yoktur, ya da karşımızdaki kimse ağır bir sıkıntı altındadır. Eğer öyleyse problemin çözümünü zaman denilen büyük tabibe havale etmek icap edecektir. Zamanın sunacağı şifa, bizim gösterdiğimiz anlayışla birleşince çok geçmeden etkisini gösterecektir.

DUMANSIZ BACA

Eşler yuvanın huzur ve mutluluğu için ne kadar özen gösterirlerse göstersinler, insanoğlunun karmaşık ruh yapısı, arada bir istenmeyen durumların yaşanmasına sebep olur. Ufak tefek tartışmaları ileriye götürmeyerek normal karşılamak gerekir. Atalarımız boşuna dememişler: “Dumansız baca, çekişmedik karı koca olmaz” diye. Hatta denilebilir ki bu tür durumlar eşlerin birbirini daha iyi anlamaları ve ölçüp tartmaları için lüzûmludur bile. Karşı tarafın su yüzüne çıkmayan huyları, ufak tefek huysuzlukları, müşterek hayata değişik bir çeşni veren bu gürültüler esnasında “Ben de varım” dercesine kendini gösteriverir. Birbirini ve yuvasını seven insanlar, sular durulduktan sonra, bu torbada kalmış huyları dikkate almak suretiyle yuvalarını, geleceklerini sağlamlaştırmış olurlar. Yeter ki iyi niyet ve mutlu yuva anlayışı esas olsun!


Konular