Evlilikte asâletin önemi

Araştırmadan, incelemeden sokakta ayak üstü verilen evlilik kararı, kısa zaman sonra yine sokakta bitmeye mahkûmdur. Evlilikte aranılacak özelliklerin başında, dindar olup olmadığı, dînimizin emirlerine uyup uymadığı gelir. Bundan sonra da diğer özellikler gelir.

Bu özelliklerin biri de kadının soyudur. Güzel ahlâk, neseb yolu ile devam eder. Bu sebeple iyi bir âileden kız almalıdır. Güzel ahlâk sahibi kadın, her türlü şartlarda kocasına sâdık kalır. Dînine bağlı olur. Dînine bağlı kimse ise, bütün iyi huyları kendinde toplamış kimse demektir. Nitekim hadîs-i şerîfte, (Kadını güzelliği için alma! Güzelliği onu helâke sürükleyebilir. Malı için de alma, malı onu azdırabilir. Dindar olanla evlen!) buyuruldu.

Kötü huy ve iffetsizlik ile adı çıkıp, kendini ve kocasını dillere düşüren kadından kaçınmalıdır. (Gübrelikte biten gülleri koklamayınız!) hadîs-i şerîfi, sütü bozuk, ahlâksızlarla evlenmeyi yasak etmektedir.

Araştırmadan, incelemeden sokakta ayak üstü verilen evlilik kararı, kısa zaman sonra yine sokakta bitmeye mahkûmdur. İyi soydan gelmenin, hayvanlarda bile önemi büyüktür. Yük beygiri ile yarış atının arasındaki fark, ırk asâleti bakımındandır. Hâl böyle olunca, kurulacak yuvaya asil olmayan kadın huzur getiremez.

Çocuklarına İslâm terbiyesi veremez. Çocuklarına ne biliyorsa onu öğretecektir. Bir kabın içinde ne varsa dışına o sızar. Asil olmayan kadın, yılışık gülüşleriyle nâmûsuna zarar verir, kocasını sinir hastası eder ve yuvaya geçimsizlik getirir. Asâlet olmayınca, verilen terbiyenin de fazla te’sîri olmaz.

Bakırı ne kadar silip parlatsanız, üç gün sonra gene kararmaya başlar. Sun’î parlaklık kısa bir zaman devam edebilir. Altın hiçbir zaman pas tutmaz. Silmezseniz bile parlaklığını yine muhafaza eder. Şu hâdise, asâletin ne kadar önemli olduğunu açık bir şekilde göstermektedir:

Firavun’un kâhinleri, saltanatını yıkacak çocuğun dünyaya geldiğini kendisine haber verdiler. Firavun, ölmemek, saltanatını koruyabilmek için öldürmek sevdâsına kapıldı. O sene dünyaya gelen erkek çocukları, kılıçtan geçirtmeye başladı.

Cellâtlar; sokak sokak, ev ev dolaşıp yeni doğmuş çocuk olup olmadığını araştırıyorlardı. Bulduklarını da hemen orada öldürüyorlardı. İşte böyle bir ortamda, kadının biri, doğum sancıları başlayınca, dağa çıkıp mağarada çocuğunu dünyaya getirdi. Çocuğunu orada bırakarak evine döndü.

Bu çocuğu, cenâb-ı Hakkın emriyle Cebrâil aleyhisselâm besleyip büyüttü. Bu kadın, asil bir âileye mensup değildi. Soysuz bir âileye mensup idi. Bu çocuğun adı, Mûsâ idi. Sâmira kabîlesine mensup bulunduğu için, kendisine Sâmirî lakabı verilmiştir.

Asâlet olmayınca, Cebrâil aleyhisselâmın verdiği gıdaya ihânet etti. Mûsâ aleyhisselâmın kavmini, altından buzağıya taptıran kimse, bu çocuk oldu. Cebrâil aleyhisselâmın elinde büyüdüğü hâlde, Mûsâ aleyhisselâma karşı gelerek, Allaha isyân etti.

Asâlet olmayınca Firavun’un bu vahşet zamanında soylu, asil bir âileye mensup bir çocuk daha doğmuştu. Bunun adı da Mûsâ idi. Cenâb-ı Hak, onu, Firavun’un sarayında ve kucağında büyüttürdü. Hz. Mûsâ’nın annesi, kalbine gelen bir ilhâmla, oğlunu bir sandık içine koyarak Nil’in akıntısına bıraktı. Nil’in kıyısında yapılmış sarayının balkonunda, karısı Âsiye ile birlikte oturmakta bulunan Firavun, nehirden gelmekte olan sandığı yakalatıp açtırdı. İçinden çıkan küçücük çocuğu öldürtmek için emir verdiyse de, Âsiye buna mâni olarak, “Benim için Onu öldürme!..

Olur ki, bize faydası dokunur, yâhut onu evlât ediniriz” dedi. Netîce itibâriyle Firavun’un büyüttüğü Mûsâ, Peygamber oldu ve Firavun’un saltanatını yıktı. Bir şâir, asâlet olmayınca terbiyenin te’sîr etmiyeceğini dile getirirken demiştir ki: Fe Mûsâ’llezî Rabbâhü Cibrilü kâfiru, Ve Mûsâ’llezî Rabbâhü Fir’avnü mürselu. Ya’nî: “Asâlet olmadığı için, Cebrâil aleyhisselâmın büyüttüğü Mûsâ kâfir oldu ve asîl bir soya sahip olduğu için Firavun’un beslediği Mûsâ ise Peygamber oldu.”


Konular