Bekleyiş

Irmak ile Deniz

Kime bakar sızan bedendeki göz? Eli-kolu tutar mı sarhoşun? Siz cevabı düşünedurun, ırmak yollara düşmüş, akıp durmada. Ama dedik ya, sızmış... Gözceğizi, kimbilir, hangi sırra bakmada. Deniz, seslenmiş deli ırmağa:

“-Ey yalpalaya yalpalaya giderken, çamurlara gömülüp ağlayan garip! Yardan düşmüş, ama Yâr'dan ayrı düşmemişlerin sığınışındaki aşkı anlat bana! Gel bana doğru... Ve gelirken, hadi arz-ı hâl eyle...”

Duymazdan gelmiş ırmak... Sanki, denizin sesini hiç işitmemiş gibi, kendi hâlinde, bir o yana bir bu yana, döne döne ilerlemeye devam etmiş. Deniz, birkaç kere daha seslenecek olmuş, ama ırmak aynı umursamazlıkta akmayı sürdürmüş. Deniz, gülümseyerek seyretmiş, bu başı dumanlı, bedeni yaralı ırmağı... Bir süre sonra, tekrar seslenmiş:

“-Ey kıvrıla kıvrıla giderken, bin türlü kıyıya, milyonlarca taşa baş vurmuş olan ırmak! Yardan düşmüş, ama Yâr'dan ayrı düşmemişlerin sığınışındaki aşkı anlat bana! Gel bana doğru... Ve gelirken, hadi arz-ı hâl eyle...”

Sus gönlüm...susabilirsen tabii...

Sus gönlüm. Çok dile getirme. Sen dile getirdikçe gönlün daha da coşuyor, daha meraklanıyor ve beklemek daha da zorlaşıyor.

Sus gönlüm. Çok laf etme. Az söyle ki işimiz olgunlaşsın. Az söyle ki Hakka karşı yanlış kelam çıkmasın.

Sus gönlüm. Bir elif miktarı sus. Az kaldı bahara. Dayan gönlüm. Denizin içinde meydana gelen görünmeyen dalgalar gibi yüreğin biliyorum. Beklemekten başka çare olsaydı, seni durdurmazdım... İnan bana... Ama yok. Başka çare yok. Unutma ki ilaç bile beklemeden tesir etmez, çiçek bile vakti gelmeden önce açmaz...

Sus gönlüm. Bu kışın bahara dönünceye kadar. Bu gece gündüz oluncaya kadar. Uzak yollar yakınlaşıncaya kadar. Bu sıkıntının ardından ferahlık gelinceye kadar. Ve yüzümüz vuslat gözyaşlarıyla ıslanıncaya kadar sus...

Sus gönlüm. Seni senden daha iyi bilen Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar. Senin nasibin sana ulaşıncaya kadar, ulaşmayanlarınsa senin nasibin olmadığını anlayana kadar sus...

Ölmeyen Sevgi!

Genç adam elinde bir buket çiçek,sahile koşarak geldi..
Gözleri şöyle bir sahilde gezindi,aradığını göremeyince
İlk gördüğü banka oturup sevdiğini beklemeye başladı.Ellerinde
herzamanki çiçeklerden vardı.Sevgilisinin en sevdiği çiçekler bunlardı.
Kırmızı,kıpkırmızı kan kırmızısı güller..Sanki dalından yeni koparılmış
gibi tazeydiler,buram buram kokuyorlardı,sevgi kokuyor,
aşk kokuyor en önemlisi de özlem ve hasret kokuyordu güller...

Hepsinin üzerinde damlalar vardı.Sanki ağlıyor gibiydiler.
Genç adam güllere baktı,sanki onlarla konuşuyormuş gibi
"Neden ağlıyorsunuz,bakın ben ne kadar mutluyum"dedi.

Az sonra sevdiğini göreceği için kalbi deli gibi atmaya başlamıştı.
Ne zaman onu düşünse,onunla buluşacağını hayal etse
kalbi aynı böyle yerinden çıkacakmış gibi oluyordu.
Senelerdir birbirlerini sevmelerine rağmen,ikiside sevgisinden
hiç bir şey kaybetmemişti.Onları hiçbir şey ayıramazdı...
Ne hasret,ne ayrılık,ne de ölüm...



Genç adam,telaşla saatine baktı.Sevdiği yine geç kalmıştı,

Bulutla Yıldızın Hikayesi

Bir zamanlar gökyüzünde Birbirlerini gerçekten çok seven Bir bulutla yıldız
varmış...bulut , gökyüzünün en şeker, en pembe bulutu, yıldızsa; en parlak,
umudu en çok yansıtan yıldızıymış...

gökyüzündeki her varlık onların sevgisi kıskanırmış. tatlı Bir
kıskkançlıkmış taBii ki onların ki... ama Biri varmış ki, bulut ve yıldızın
ayrılmalarını yürekten istiyormuş. hem de yıldızın en yakın arkadaşı
olmasına rağmen...

bulut Biraz safmış, kimseyi kıramazmış... yıldızsa 'bulut' u için elinden
gelen herşeyi yapaBilir, herkese meydan okuyaBilirmiş... zaten onun için Bir
bulutu Bir de çok sevdiği dostu peri varmış... nereden BileBilirmiş ki,
perinin Bir gün bunların hepsini yıldızla bulutun ayrılmaları için
kullanacağını?...

Bir gün nazar değmiş, bulutla yıldıza... hiç yoktan Bir sebepten
tartışmışlar. bulut, çekip gitmiş, hatalı olmasına rağmen...yıldızsa
"nasılsa bulutum beni seviyor, dönecektir." diye düşünmüş. fakat hiç Bir şey
beklediği giBi gitmemiş. ve bulut dönmemiş...kim Bilir, belki de cesaret

SABIR neydi...

Nur-ı aynım, iki gözüm, bildinmi neydi sabır?

Ya neydi kirpiğinin kıvrığına tutulup kalan burukluk.Hani neydi nesre çevrilemeyen söz. Neydi bilgiye adanmış ayazların derununu dolduran acı.

Sabır bir aydınlık,sabır bir teselli... Büyük sahraya yağmur,istiridyeye inci... Sabır göz pınarlarını kurutan ferahlık; sabır hüzünler kulübesinin ışığı... Eyyub ile Yakub, Derviş ile Sultan...

Nur-ı aynım,iki gözüm bildinmi neydi sabır?

Haşre dek yokluğa hüküm giymiş bir güzelin kadehindeki iksirmiydi; son gezginin gözyaşlarıyla suladığı bir çiçekmi,ıssız harabelerin eşiğinde ıstırabı emerek büyümüş nazenin bir kelebekmi?

Karlı caddelerin kıyısında açmış ayın ondördü zambaklar bilir sabrı, nur-ı aynım, altın şehirlere uçan ebabiller bilir. Sadık rüyalarda bir gemi Ağrı dağına çıkar sabırla ve yaralı süvariler geçer kehkeşanlardan darüşşifalara doğru. Serazad türküsüyle hercai bir bülbül konar Kitab'ın son sayfasına, sabrı şeydalanır seherler ve sabahlar boyu nur-ı aynım, sabrı şeydalanır.

Âh Efendim, Can Efendim, Gül Efendim!

Gelirim ey dost; ayaklarım kanasa da dikenlerden, dar kafeslerden kurtulup, kırıp zincirlerimi yine Sana gelirim. Gelmesem Sana, Sensizlikten yok olurum. Yolunda ölmek için, Seni ararken, Sende tükenmek için gelirim. Yalınayak, başı açık dosta kavuşmanın hayaliyle çıktım yola. 'Gül'e doğru savurdu rüzgâr beni. Dağın bağrındaki ateşten, kâinatı ısıtan güneşten sordum gül diyarını. "Güllerin Efendisi'nden destur almak için ne lâzım." dedim. O'nun adını duyunca; dile geldi dağlar ve taşlar, tebessüm etti güneş. Hepsi bir ağızdan, "Teri gül kokan Gül Sultanı'ndan kabul görmek için seher kapılarının önünde kul olasın, bel kırıp boyun burasın. Hakk'a yönelip el pençe divan durasın." dediler. Sonra, "İnsan olana saygı duyasın, kırık gönüllerde tahtlar kurasın, yaralı gönüllere muhabbetinle merhem olasın." diye nasihatte bulundular. "Hakk'ın sadık dostuna, hidayetin güneşine, inayetin gözbebeğine, rahmetin timsaline, rububiyet saltanatının dellâlına, kâinatın muallimine, Habib-i Zîşan'a ve O'nun âline ve ashabına milyon kere salât ve selâm olsun." dediler.

Biz bu sonbaharda buluşacaktık...

Biz bu sonbaharda buluşacaktık...'

geleceğin yollara umudumu yerleştirdim. dikenlerin üzerine sevdamı
gergef yaptım ki, hepsi güle dönsün. bahar gelecekti, sen de
gelecektin baharla. o zaman visaline açacaktı bütün çiçekler ve visal
kokacaktı her biri. rüzgâr vuslat türküleriyle esecek, yapraklar sana
(s.a.v) doğru kımıldanacak, semalar gelişine ağlayacaktı sevinçten.
sen (s.a.v) gelecektin, bulutlar siyah örtüsünü çıkaracaktı. yıldızlar
sönecek, aydınlığında parlamaya devam edeceklerdi. sen (s.a.v)
gelecektin; ay kararmışlığını seninle giderecek, güller gibi kokmanın
ne demek olduğunu senden öğrenecekti. sen (s.a.v) gelecektin; güneş
yeniden tebessüm edecekti. Sen (s.a.v) gülecektin, zerreler ihtizaza
gelecekti. sen (s.a.v) gülecektin, bin bir Ebu Zerr bakışlı hasbi
yüreğimin çöllerinden geçip Bedr'e fethe gidecekti. sen
(s.a.v)gülecektin, kâinat gülecekti seninle.

'bahar geldi geçti, sen gelmez oldun.'

geleceğin yollarda, ümidim taşların gözyaşlarını barındırdı. dikenler
parçaladı sevdamın gergefini. bahar geldi, çiçekler hasretine açtı.

İnsan bazen vermeli, almak için...

Bir yürek vermeli önce, bir gönül

O yüreğe sevgi vermeli, dostluk vermeli
Umut ekmeli o sevgi, dostluğu büyütmek için
Bir hayat olmalı; iki kişinin paylaşacağı bir ömür çin
Zaman vermeli, anlayış vermeli
İsteklerine gem vermeli...
Bir ömrü paylaşmak için, iki kişilik sevgi vermeli
Dürüstlük vermeli saygılarını vermeli
Bazen ödün vermeli prensiplerinden...
Bazen sıkılmalı başkası için,
İstemediği şeyleri yapmalı paylaşmak adına hayatı
Biraz da cesur olmalı adım atmak için
Verdikten sonra beklemeli, almak için
Sabırla, umutları soldurmadan beklemeli
Bekleyişin hazzını tatmalı
Vuslatı arzulayarak, özlemlere umut ekmeli
İnsan vermeli önce kendisinden
Sonradan almak için...


Ama Bazen De İnsan Bazenlere Kalmamalı....

Leyla Bir Yudum Su

Gaflet devam etmektedir. Zehirli bal kaşıkla değil, petek petek yenir. Gaflet içinde gaflet; "Gel ey Leyla, gel ey candan yakın canan uzaklaşma, / Senin derdinle canlardan geçen Mecnun'la uğraşma" yazdırmıştır defterin sırlı bir yerine.


Çile mevsimidir lâleler için... Soğuk, lâlenin kalbini yakmalı ki, içinde gizlenen esmâ aşkını nazarlara döksün... Çilesiz ruhlar ham yapılıdır, gelene sevinmez, gidene de üzülmez. Lâle kırağı görmeli ki, açsın. "Lâlenin çilesi de yalnızlıktır toprak altında." diyerek, bir yandan karı, diğer yandan donmuş toprağı eşeleyip içine tohum yerleştirenler, gözyaşı dökerken bunu mırıldanırlar. Ama anlaşılmaz bir dua daha vardır oracıkta dillenen; ancak bu ne duyulur, ne de hissedilir.

Eller açılıp, nefse tatlı gelenlerin terkedilme zamanı gelmiştir. Toprağın altındaki lâleler, üstündekilerin açılmasını beklerken bilinmez bir hisle kavrulmaktadır.

Yüreğim yanmadı hiç bu kadar..."

Hiç sevmedim kimseyi senin kadar....
Yüreğim yanmadı hiç bu kadar..."

Bir el bazen neleri ayakta tutabiliyor hiç düşündünüz mü

ve neleri yıkabiliyor tek başına ?

Bir eli tutmak bir insanı hayata bağlamakla eş değerde olabiliyorsa

eğer bunun adı aşktır.

Böyle bir eli tutmak hayatı bulmaktır belki de....

Hiç sevmedim seni sevdiğim kadar dersin birine ve sonra onun arkasına dönüp gitmesini izlemek

ne zordur. Bir eliyle hayata bağlamak bir eliyle o verdiği hayatı geri almak gibi...


Bazen mecburu ayrılıklar mecburi acılar yaratır.

Bile bile kapıyı aralık bırakırsın ve tüm yalnızlığın ve hüznün içeri dolmasına izin verirsin.

Buna rağmen aklının bir köşesinde sonsuzluk vardır. Bitmedik , bitemez , bitmeyecek...


Bir ömrü bir aşka adamaktır bu belki ve elbette yürek ister ayrıysan.

Dönüş yolları geçilemeyecek kadar darsa bile bir umut koyup sol yanına beklersin hayatının

ışığının o derin karanlıktan gelmesini. Zaman geçtikçe göremez olursun hiçbir şeyi gözlerinin

Bayatlasaydı Hüzün Böyle Kokardı...

Batıdaki yalancı baharların güneşini,
masum bir doğu ikindisine pay ederken mi yaktık yoksa dağların
başını? Tezek kokan pişmanlıklardan soyutlanan soysuz acılar
kemirirken kapıları, tavşana kızıp ta içmedik mi akşamların
demini ve kilitli kalmadık mı mum kokulu karanlık odalarda?
Hangimizin aklına geldi ateş olup yanmak,yakmak?
Diken olduk gülümüze sahiplenmek adına,
lakin sahipsiz ortada kala kaldık dalla.
Bir gül dikensiz de güzeldir ama
bir diken gülsüz batmaz hiçbir hüzne.

Ki bir şafak ayazıyla bozulmadı mı gülün bekareti...?

Doğum zamanı geldi, kayamadık suni sancıların samimiyetsiz
çağrısında kalabalıkların kirli, küçük ellerine...
Doğmadık ki hiç tebessümün titreyen ayalarından,
nasıl doğuralım cesur kahkahalar?

Toprağa küstü, fırınlarda açıyor şimdi çiçekler,
üzerine gelişi güzel serpiştirilmiş çörekotu renginde
yağmurlar... Böyle mi yazıyordu mevsimlerin çaresizliği
ve bu kadar sahipsiz miydi iklimler...?

Gözden uzak ama janjanlı gönüllerle kaplardık,
cin ali çarpılmadan önce kitaplarını...