Çocuğun psikososyal gelişimini desteklemek

Hem anne olmayı öğrenmek, hata yapmamaya çalışmak, hata yapma kaygısını hep yüreğinde taşımak, hem de çocuğun gelişim süreçlerine olduğu gibi psiko-sosyal gelişimine de olmak size yoğun bir sorumluluk gibi gelebilir. Kesinlikte haklısınız.

Meslek hayatım boyunca, terapi odasına girip de "Sanırım, iyi bir anne olamayacağım" diye ağlayan ya da telefonun diğer "tikim hanım, sanırım ben bu işi beceremiyorum" diye feryat eden annelere çok rastladım, hâlâ rastlıyorum.
Gerçekten de kolay bir uğraş değil anne olmak. Hele eşinizle aynı frekansta değilseniz işiniz daha da zor. Ne yazık ki, çoğu kez eşiniz sizinle aynı düşüncede olmayabiliyor. Siz çocuğunuza hoşgörülü yaklaşırken eşiniz bu tutumunuzu abarttığınızı söyleyebiliyor ya da sizin aşırı koruyucu davrandığınızı söyleyerek acımasız eleştirilerde bulunabiliyor. Bu da sizin zihniniz ikarıştırmaya ve yüreğinizi sarsmaya yetiyor.

Ancak doğru bilgi çok önemli. Eşiniz belki doğru söylüyor! belki de yanlış. Sizin eşinize kırılmak ya da gözü kapalı onun önerilerine uymak yerine doğru bilgiye ulaşmanız gerekiyor.Ve eşinizi de bu şekilde yönlendirmenizde fayda var.

Yapılan araştırma sonuçları bize gösteriyor ki, gerek anne-babadan gerekse dış çevreden gelen öğretiler hem çocuğun iç dünyasını hem de onun sosyal gelişimini şekillendiriyor. Bu a-İ şamada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, çocuğun psiko-sosyal gelişiminde anne-baba tutumunun ne kadar etkin olduğu..

Anne-baba olarak çocuğun psiko-sosyal gelişimini geliştirebilir, destekleyebilir ya da engelleyebilirsiniz. Buna karşın çocuğunuz da, psikolojik dünyasında bu desteklere yanıt verir ya da bu engellere tepki gösterir. Çocuğun çevresiyle sağlıklı iletişimler geliştirebilmesi, ruhsal durumuyla çok yakından ilintilidir.

Bir an için bu durumu kendi gerçekliğinize uyarlamaya çalsın. Düşünün ki, bugün moraliniz çok bozuk. Kendinizi oldukça kötü ve özgüveninizi de bir o kadar yetersiz hissediyorsunuz. Hatta bu ruh durumunuz günün başlangıcında olsun.Güne gözlerinizi açtınız ama ruhunuzu bir türlü uyandıramıyorsunuz. İçinizden bir ses "Hadi kalk, uyan" derken, bir başka ve çok güçlü bir ses diyor ki, "O bu günü taşımaya hiç halin yol en iyisi yataktan çıkma." Yorganı başınıza çekip, saatin sizi motive etmeye çalışan tiktaklarını duymamaya çalışıyorsunuz ama ne mümkün. Sorumluluklarınız var ve o yataktan çıkmak zorundasınız. Mecburen diğer sese kulak verip, sürünerek yataktan çıkıyor ve günün sizden beklentilerini yerine getirmeye çalıyorsunuz.

Ne kadar zor değil mi, bu duygu durumuyla günü götürmeye çalışmak. Hele kendinize güveniniz epeyce hırpalanmışsa vay halinize! Oysa sosyal bir varlıksınız ve üzerinize düşen sorumluluklarınızı yerine getirmek zorundasınız. Siz bir yetişkin olarak kendinizi bu derece analiz etme yeteneğine ve yetisine sahipsiniz. Yani bu moral bozukluğu durumunuzu kendinize açıklayabiliyor ve o gün için çözüm yolları üretmeye çalışıyorsunuz.

Bir de çocuk olduğunuzu düşünün. Ben her yetişkinin içinde çocuk tarafının da yaşadığına inanıyorum. Varoluşun temel güveninin sahibi ana-babanın duygu evi. Oradan uzaklaşmanın verdiği kaygı ve bu kaygının beraberinde getirdiği o sevimsiz güvensizlik duygusu. O duygunun tadı epeyce acıdır. İnsan destek bekler anne-babasından. İyi sözler duymak ister. Mutlu olmak ister.

İşte çocuğun psiko-sosyal gelişiminde de aynı moral durucu söz konusu. Yeterince mutlu olmayan çocuk, çevresiyle sağlıklı iletişim kuramaz. Kendine güvenmeyen çocuk, bulunduğu Çevreden dışarıya adım atamaz. Takdir edilmemiş ve cezalandırılmış çocuk, herhangi bir ortamda pasif ve ürkek davranır. Arkadaşlarıyla paylaşım oluşturamaz.
Arkadaşlık ilişkileri çocuk için çok büyük önem taşır. Arkadaşları tarafından sevilmek, onlar tarafından aranan arkadaş olarak arkadaşları tarafından düşüncelerine önem verilmesi, arasında popüler olmak her çocuğun hayali ve sosyal ortamda almayı istediği roldür.

Oysa ailesince sosyalleşmesi desteklenmemiş çocukların istekleri sadece hayallerini süslemekle kalır. Üstelik bu çocukla çevrelerinde sevilen çocuklara da düşmanlık, kin, kıskançlık hatta nefret duyguları geliştirebilirler.

17 yaşındaki genç bir danışanım bana insanları sevmediğinden söz etmişti: "İnsanları o kadar sevmiyorum ki, elimde ol onları öldürebilirim" diyen sesi halen kulaklarımdadır. Aşırı koruyucu bir anne ve ilgisiz bir babaya sahip olan bu delikanlı çocukluk yıllarını ne yazık ki annesinin kendisini sürekli engellemeleriyle geçirmişti. "Sokağa çıkma, arkadaşını eve çağır arkadaşına oynamaya gidemezsin" yasaklamalarının arasına doğal olarak özgüvenini geliştirememiş ve sosyal çevresinde ön planda olan çocuklara nefret ve kıskançlık, normal seviyedeki çocuklara da düşmanlık duyguları geliştirmişti. Evin içerisine de çok farklı davranışlar sergilemiyordu. Kendisinden iki ya küçük kız kardeşiyle arkadaş olabilecekken onunla hiç konuşmuyor, okula gidip-gelmenin dışında odasından çıkmıyor hiçbir sosyal faaliyette bulunmuyordu. Anne-babası ve kardeşi dahil, çevresindeki insanlar tarafından asla sevilmediğine inanan bu genç çok doğal olarak kendisini de sevmiyordu. Biri bana "Biliyor musunuz, ben hiç aynaya bakmam ve hiç resin çektirmem" demişti. Ona bu davranışlarının nedenini sorduğumda bana yanıtı şöyle olmuştu: "Çünkü kendimi görmeye tahammülüm yok."

Hayat gerçekten de şairlerin ve filozofların da dediği gibi göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Daha dün karnımızda tekmelerini hissettiğimiz bebeğimiz, bir de bakarız ki bugün gencecik bir insan olarak karşımızda duruyor.Yaşam onu bekliye ve çok da hoşgörülü değil. O güçlü olmak zorunda; özgüvene sahip, kendi sorunlarını fark edebilen ve çözüm yollarını bula bilen bir insan olmak durumunda.O halde zaman kaybetmeden çocuğumuzun psiko-sosyal gelişimine yatırımlar yapmalı,ona güvenmeli ve ona güvendiğimizi de kendisine hissettirmeliyiz.Anne olmak çocuğun sadece karnını doyurmakla bitmiyor,onun duygularını da doyurmak gerekiyor, hem de sevgiyle. Böylece çocuğunuzun kişiliği, özgüvenli, kendisiyle barışık, sevgi dolu, önceliklerini bilen bir yapı içerisinde gelişecektir.


Konular